Tarık Buğra’nın Edebi Yaşamı

Tarık Buğra’nın Edebi Yaşamı

Türk edebiyatının en önemli romancılarından biridir Tarık Buğra. Eserleri onun bir iddiadan çok bir ceht taşıdığını gösterir bizlere. Bir tutkudur roman onun için. Kendisine dert olan meseleleri vaaz ettiği bir alan. Toplum olarak bir değişim ve dönüşüm yaşadığımız dönemlerde, mayamız olan değerlerin unutturulmaya yıpratılmaya ve yok edilmeye çalışıldığı vakitlerde romanıyla “yeniden bir doğuş” başlatmak gayesi içinde ciddi meseleleri ele almıştır. Gerek tarihi gerçeklerden hareketle, gerek kendi hayatındaki kişilerin eserlerinde tebarüzüyle bu cehdini ortaya koymaya çalışmıştır.

Tarık buğra daha çok erken yaşlardan itibaren sanatçı olmaya mecbur hatta mahkûm bir insan psikolojisi içine girmiştir. Sanatçı olmak onun için adeta bir alın yazısıdır. Yazar olma beklentisi gençliğinden orta yaşlara doğru bir fikri sabit olma yoluna girer. Bu yapı onu yazamayacak hale geldiğinde intihara doğru bile sürükleyebilecek yapıdadır.

Buğra, yapı olarak talihe inanmayan, şansa hiç güvenmeyen; ancak kadere bağlı ve itaatkâr olan “kader olandır” cümlesini düstur olarak kabul etmiş bir yazardır. Ona göre meşakkatli görünen yazarlık işi için önce inanmak, sonra da çalışıp çabalamak gereklidir. . Ailesiyle yaptığı Akşehir- Siirt mecburi göçü Buğra’nın bir şeyler anlatma ihtiyacını daha o yaşlardan beslemiş en büyük kaynaktır.  İşte Buğra bu şartlar ve düşünceler altında yazarlık kişiliğini oturtmuştur.

Buğra’nın kendi kişiliği kadar, hayatındaki bazı kişiler ve mekânlar da doğal olarak eserlerine yansımıştır. Mekânları ve kişileri seçerken tabiri yerindeyse dar zamanlarda taşın altına ellerini koyabilen, vicdanlı kişiler olmalarına dikkat eder. Bunun bir örneği olarak da hukukçu olan babasını eserlerinde görebilirsiniz. Sözgelimi Akşehir’de Ağır Ceza Reisi olan babası Mehmet Nazım Bey, Kuva-yi Milliye’nin o bölgedeki teşkilatlanma faaliyetlerinde aktif rol oynamış bir zattır. Sonraki yıllarda Akşehir’de Demokrat Parti’nin kurulması için çalışmalarda bulunuştur. Buğra’da Akşehir’i Küçük Ağa romanında mekân seçmiş, yine Yağmur Beklerken ve Dönenmeçte’de, Orta Anadolu kasabalarındaki siyasi atmosferi, çocukluğunda soluduğu Akşehir üzerinden yansıtmıştır.

Peki, Buğra’nın sanat anlayışı nasıldı?

Buğra’nın sanat anlayışının esası “insan”dır demek yanlış olmaz. Onun anlayışına göre sanat, insana ve hayata rehberlik eder. İnsanların ve toplumların kaderini belirlemede etkilidir. Ancak insanı belirli kalıplara dökmez ve sığdırmaya çalışmaz. Buğra’da kahramanları kalıba dökmeden çizer. Onları tek boyutlu değil tüm zaaflarıyla, çelişkileriyle anlatır. Gerçek sanatın da bu olduğuna inanır. Onun kahramanları kendi nefislerinden bile haklarını arar, kimseye boyun eğmezler.

Buğra sanatın gerçekliğini eşyada, dış görünüşlerde aramaz aksine insan ilişkilerinde ve insanın bu münasebetleri düzenleyen değişmez yanlarında arar. Bu sebeple sanatın cemiyeti etkileyen en büyük silah olduğuna inanır. Ve yine bu sebeple sanat özenle icra edilmelidir ona göre.

Buğra’ya göre bir sanatçı ya da edebiyatçı nasıl olmalıdır? Öncelikle bir sanatçının fildişi kulelere çekilmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ona göre bu kulelere çekilmek topluma sırt çevirmek anlamına gelmez. Kendini böyle bir kuleye kapatan sanatçı, bağımsız bir fikir yapısı kurabilmek, olaylara ve insanlara geniş bir çerçeveden ve biraz da uzaktan bakabilmek için bunu yapmaktadır.

Yazar için edebiyatçı, bir bilim adamı gibi nesnel değer yargılarına sahip olmalı ve olaylar karşısında tarafsız bir yapı sergileyebilmelidir. Bunun aksi olduğunda edebiyat sosyal, politik ve ekonomik öğretilerin maşası olmuş olacaktır. Telkin etmek yazarın işi değildir, yazar önce düşündürmeli ve okuyucusunun bağımsız değerlendirmeler yapabilmesini sağlamalıdır.

Buğra için edebiyat eleştirisi ve eleştirmenlik de en az sanatçı ya da edebiyatçı olmak kadar önem arz eder. Ona göre eleştirenler, tarafsız ve bağımsız olmalıdır. Herhangi bir ideolojinin kendilerini yönlendirmesine izin vermemelidir. Eleştiri bir değerlendirme sanatıdır ve eleştirilen metne fonksiyonel bir yapı kazandırır. Başarılı bir münekkit olabilmek için bilgi, konuya hâkimiyet, zevk, sağlıklı seziş, dürüstlük ve cesaret olgularına sahip olabilmek gerektiğini ifade eder. Buğra’ya göre en yararlı eleştiri yazarın kendi beyninde yaptığı özeleştiridir.

Buğra’nın gazetecilik mesleğine bakışı nasıldır? Yazar için edebiyat ve gazetecilik birbirine oldukça zıt mesleklerdir. Edebiyat ülkemizde karın doyurmadığı için elinden yazmak dışında bir iş gelmeyen insanlar gazeteciliğe sığınmaktadır.

“Gazeteciliğim” diyor Tarık Buğra, “köşe yazarlığı dâhil, benim hamallığım ve edebiyatçılığıma mecburi ihanetim oldu. Ekmek parası… Ev kirası vereceksiniz, bakkala kasaba para ödeyeceksiniz. Mecburen bu hamallığı yaptım. Tekrar ediyorum, edebiyatçılığım çok şey kaybetti. Çünkü gazetecilik ayrı üslup ister, ayrı ilgiler ister, tabii asıl önemlisi üslup meselesi…

Romanlarına baktığımızda tarihe verilen önem hemen kendini gösteriyor. Türk insanının tarihinde yaşadığı bütün önemli köşe taşları Buğra’nın romanlarına konu edilmiştir. Amaç, insanın tarihte yaşadığı bu dönüm noktalarında nasıl çıkmazlar içine girdiğini, nasıl çatışmalar ve çelişkiler yaşadığını ifade etmektir. Bu doğrultuda romanlarında Osmanlı Devletinin kuruluş dönemini, çok partili hayata geçiş denemelerinin yapıldığı yılları ve 1980li yılların anarşi ortamını konu etmiştir.

Yazar bu konu edinmelerde, tarihi olaylara ana hatlara bağlı kalmaktadır. Ancak bunu yaparken amacı, olmuş olanı bir kez daha okuyucuya sunmak değildir. Yaşananları bir de kendi penceresinden yani yeni bakış açılarıyla, daha önceden hiç düşünülmemiş bakış açılarıyla okuyucuya vermektir.

Örneğin milli mücadele o döneme kadar sadece cephesel anlamda klasik bir fikir yapısına bağlı kalınarak sunulmuştur. Fakat buğra bu görüşün dışına çıkmış ve halkın diğer kesimlerin de bakış açılarına eğilmiştir.

Buğra’nın bazı romanlarında kişiler inanç boyutuyla da verilmeye çalışılmıştır. Kendisi için İslamcı yazar yakıştırmalarına maruz kalmasına sebebiyet veren bu durum, yazarı üzmemektedir. Çünkü ona göre İslâmi dünya görüşünün bir Türk yazarı için ayrı bir önemi olmalıdır. Mademki ülkemizin yüzde doksan dokuzu Müslümandır, o halde bu memleketin romanını yazmak için İslâmî yapının ne olduğunu anlamak lazımdır. Ayrıca din unsurunun, toplumu bir arada tutan güçlerden biri olduğu da kabul edilmelidir.

Buğra vicdanlı, sorumluluk sahibi onurlu ama yalnız. Yaşamı boyunca ne ödül peşinde koşmuştur ne şan şöhret. Nuri Bingöl’le yaptığı bir röportajda kuvvetli bir zatın kendisine “siz istemeyi bilmiyorsunuz” demesi üzerine; “ istemesini iyi bilirim. Ama kaybolmasın diye çırpınacağım, kaybolacak diye kişiliğimden, anlayışımdan tavizler vereceğim şeyi istemem ben. Bir ödül için kendisini satan adam yazar olamaz hatta insan bile olamaz. İnsan olmadan da yazar olunamaz” diyecek kadar onurludur, romanlarında da hep bu mizacı yansıtan yalnız, gururlu, mücadeleci kişilere yer verir.

Tüm söylediklerimden Tarık Buğra’nın tarihi ve sosyal konulara değinmekteki başarısından dolayı eserlerini kıymetli bulduğum zannedilmesin. Mavi gök altında değer hükümleri elbette herkes için değişebilir. Ancak bence sadece neyi anlattığına değil ondan daha çok nasıl anlattığına, sanatın öz değerlerine önem veren yazardır.

Buğra ne Osmancık ”ta ne de diğer tarihi romanlarında Marksist yazarlarının yaptığı gibi slovangari bir tebliğ düşüncesinde olmamıştır. Naif bir dil ve kurguyla tarih araştırmalarını ve sosyolojik gözlemlerini yansıtır. Anlatmaz gösterir. Ancak romanın da cemiyet hayatı için rehberliğine inanır. Bu yüzden Osmancık’ta kuruluş yıllarını ve Osman Bey’in tarih sahnesindeki konumunu; Küçük Ağa’da İstiklal Savaşı yıllarında Anadolu kasabalarında Türklük ruhunun yeniden doğuşunu okurken toplumunuza tutulmuş kocaman bir aynanın içine girersiniz. Küçük İç Anadolu kasabalarında kendi halindeki bireylerin nasıl olup da dar vakitlerde milli bir şuurla pasiflikten kurtulup toparlandıklarını okur, umut dolarsınız.

Sözün kısası toplumdaki tarihi ve sosyal gerçeklikler ile vicdan sahibi insanın iç gerçekliği arasındaki çatışma ve dramları; dikkatli bir gözlem, şuurlu bir tahlille yansıtması, “anlatma” yı değil “gösterme” yi tercih etmesi, özenle seçtiği kelimelerle yaptığı naif betimlemeler Tarık Buğra’yı birçok yazardan ayıran özelliklerdir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.