Murat Ağırel ile futbolda yaşandığı iddia edilen şaibelerden sonra şimdi de neredeyse onun ‘uzmanlık’ alanı haline geldiği sanılan, bir şekilde bu meselenin ‘bilirkişisi” ilan edildiği dev dosyayı konuşuyoruz. Güzellik merkezleri ve değirmenin suyu…
Buyursunlar…
– Murat, biliyorum “Beni kimse susturamaz, elimde belge olduğu sürece devam ederim” diyorsun ama bu güzellik merkezleri meselesinde süreç uzadıkça insanlarda “kaynayacak, üzeri kapanacak, en tepedeki isme ulaşılamayacak” duygusu oluşmaya başladı. Ben kimseyi hedef alarak başlamadım bu işe Pelin. Her zaman söylüyorum, gazeteci yarı kamu görevlisidir. Halkın bilmesi gerektiği şeyleri onlar adına öğrenir, araştırır ve sunar. İnsanların haklarını savunur, haksızlıkları takip eder. Bak biz sabahın köründe kalkıyoruz, metrobüste ayakta tıkış tıkış işimize gidiyoruz, belki bir yemek molasında iki dakika nefes alıyoruz. Sabaha kadar koşuşturma içindeyiz. Neden? Ailemize çoluğumuza çocuğumuza güzel bir hayat verebilmek için. Verebiliyor muyuz? Hayır. Çocuğumun benden istediği bir şeyi alabiliyor muyum? Hayır. Sonra eve geliyorsun haydi aklımı dağıtayım diye sosyal medyaya giriyorsun. Bir güzellik merkezi sahibi elinde bir makine, dolarları havaya saçıyor, yok efendim saçına takıyor. Bir diğeri dersen yurt dışında aldığı evi tanıtıyor. Arabalar, altınlar, evler, uçaklar. E haliyle merak ediyor insan bu paranın kaynağı ne diye ve sonra da haklı olarak öfkeleniyor. Ben senelerdir çalışıyorum neden para kazanamıyorum diye.
– Amerika’daki evler dediğinde aklıma Eylül Öztürk geliyor. Sana ‘kendini ispat’ ettiğine yani onunla alakalı bir sorun olmadığına dair paylaşımlar yaptı. Ne oldu? Sana hangi belgeler geldi ve inandın mı?
Bir kez daha altını çizelim ben karar mercii değilim, yargı değilim, adaleti sağlamak da benim görevim değil. Ben belgeleyebildiğim şeylerin üzerine giden, onları araştıran biriyim. Aklıma yatmayan bir şey var ise de soru soruyorum. Şimdi, Eylül Öztürk’ü diğerlerinden ayıran tek şey bana yolladığı evraklar. Şöyle ki tüm bu fenomenler arasında bana ödediği KDV’ler ve Amerika’da edindiği evlerin tapuları dahil tüm dosyalarını tereddütsüz yollayan tek isim o oldu. Ben kendisini tanımıyorum, reklamlar çekmiş, organizasyonlar yapmış bunlardan da hep ücret almış tabii. Kanal D’de de program sunmuş sanırım. Para kazanmaya böyle başladığını, ardından elde ettiği popülerliği kullanarak da kurdukları kozmetik ve besin takviyesi markasının iyi sattığını söyledi. Evleri de bu şekilde kazandığı para ile edinmiş. Bir ara 24 deniliyordu ama 10 evi var.
– Sana inandırıcı geldi mi? Matematiksel olarak ikna oldun mu? Çünkü onu aklamaya çalıştığına dair yorumlar da gördüm…
Ben kimseyi aklamam, kayırmam bunu futbol dosyasında da söyledim. Burada da henüz araştırmalarım bitmedi. Hala sorularım ve şüphelerim var. Ama Amerika’da sistem çok farklı. En azından çok daha şeffaf. Orada ev alım satımlarını buradaki gibi sadece emlakçı üzerinden yapmıyorsun. Garantör diye adlandırılan sırf bu işlere bakan avukatlık firmaları var. Alım satım işlerindeki para akışı ve kontrolü de onların denetiminde oluyor ve herkes kurumların web sitelerinden bu bilgilere ulaşabiliyor, takip edebiliyor.
– Eylül hanımın tapularının bazılarında hep aynı adres olması da konuşuldu ama benim de araştırdığım kadarıyla bu yine Amerika’daki emlak edinme süreci ile alakalı. Sen ne kadarını çözebildin?
Evet, bahsettiğim sisteme göre sen yatırımlık evler alıyorsan, yani alıp kiraya veriyorsan mesela ve de o sırada Amerika’da da ikamet etmiyorsan evlerinle emlakçın ilgileniyor. Aidatlarıyla, herhangi bir tamirat durumunda vs. Eylül hanım da bu süreçte aynı kişi ile çalışmış. O sebeple de adres aynı. Mailing yani posta adresi olarak belirtilmiş ve aslında emlakçı hanımın evinin adresi. Amerika’da yaşayan bir arkadaşıma gösterdim bunları o da aynı şekilde anlattı. Bir de orada sistem dediğim gibi çok şeffaf. Evi buluyorsun, hangi senede kaç paraya alınmış, öncesinde kime aitmiş, aidatı ne kadarmış ya da ne kadara kiralanmış hepsini takip edebiliyorsun. Ben de araştırmamı bu yönde devam ettiriyorum.
– Dün Tuzlaspor ile alakalı en çok kulaklarını çınlattığımız isim Selin Ciğerci. O “Kendimi Taksim’de asarım” diyor. Selin hanım ile ilgili durum ne?
Bana ulaştı. Yetkilisi de tüm evrakları gönderdi. Ancak inceliyorum ve takıldığım yerlerde de işin uzmanlarına soruyorum. Çünkü benim için hala şaibeli hele de Gökhan Çıra bağlantısı düşünülürse. Şimdi Selin Hanım işe 40 bin TL sermaye ile başladığını söylüyor ve nasıl bir kazanç sağlıyor ki birkaç sene içerisinde 50 milyon vergi verecek hale geliyor. Yani 287 milyon TL kazanmış oluyor. Bu arada da Miami’de 1 milyon küsur dolara bir ev alıyor. Bana Beykoz’da evim vardı onu sattım, lüks arabalarım vardı onları sattım ve Amerika’daki evi yüzde 30 peşin gerisi morgage ile aldım dedi. Ben doğru soruları sorduğumu düşünüyorum. Bundan sonrası yargının işi. O bakmalı bu matematik doğru mu değil mi? Onlar da kendisine soracaklardır.
– Bazen düşünüyorum da Dilan Polat o altınlı kahveyi içmeseydi biz bugün bunları hiç konuşmayacaktık gibi ve buna kızıyorum. Altınlı kahveye gelene kadar her şey aslında gözümüzün önünde oldu ve biz sustuk… Kahveyi bilmem ama o uçağa binmeseydi ya da biraz daha sakin yaşayabilseydi bu böyle giderdi. Dilan hanımın sosyal medya merakı ve likelanma isteği tüm sistemi ele verdi diyebiliriz. Ama şunu da belirtmem lazım. Bugün onların karşısında duran, onları eleştiren isimlerin birçoğunun da zamanında onlarla yan yana olduklarını gördüm. Bir zamanlar onlarla çekilişler yapanlar şimdi onları eleştiriyor. Bu da ayrı bir husus. Aslına bakarsan bir kişi değil koskocaman çürümüş bir sistemle karşı karşıyayız.
– Peki yetkililer bunu nasıl fark etmez?
Zaten sorun o. Bak sen şuradan bir çikolata çalsan ve burası seni şikayet etse yargılanırsın. Ben vergimi aksatsam hemen yakalanırım ama burada devletin milyonlarca TL’si el değiştiriyor ve kimse fark etmiyor. Bu devlete olan güveni, adalete olan güveni de zedeleyen bir durum. O sebeple üzerine gidilmesi gerekli ve sonuna kadar herkes incelenmeli.
– Bir başka değişle değişmenin suyu nereden geliyor o bulunmalı diyorsun.
Aynen öyle. Biz bunun için uğraşıyoruz. Derdimiz piyonlar değil ki en tepedeki isimler.
– Aklında birileri var gibi konuştun…
Evet var ama belgelerim olmadan konuşmam ben. O yüzden adım adım evraklarla ispatlayabildiklerimi açıklayarak devam ediyorum bu yolda. Benim tek kriterim var. Akşam yastığa başımı koyduğumda vicdanım sızlıyor mu sızlamıyor mu? Kalemin namusu vardır Pelin. Onun adına sormaya devam edeceğim, ipin ucu nereye varırsa varsın.
– Şu an bu saydığımız isimler hakkında açılmış bir soruşturma var mı?
Kesin bir şey söyleyemem. Ben Polatlar ile alakalı ifade vermeye gittiğimde çok sayıda fenomen hakkında inceleme başladığını öğrendim. Sonra haberlerde 600’e yakın fenomenin incelenmeye alındığını okudum. Ama ben bu bilgiyi hala tam olarak doğrulatamadım. Yine tekrar ediyorum: Bu benim değil savcılığın yürüttüğü bir süreç. En doğru bilgi de yine onlardan gelecektir, gelmelidir. Ama ben bu fenomenlerden biri olsam ve kendimden emin isem hakkımda yapılan bir soruşturma var mı diye bakar. Sonuçları olduğu gibi paylaşırdım. Amaç şeffaflıksa böyle olmalı.
“Masak raporu öyle kolay çıkmaz yani şu an kimse aklanmış değil.” – Nevşin Mengü’nün yayınına Dilan Polat’ın avukatı bağlandı ve kara para ile alakalı sorular sorulmadığını söyledi. Bu, çok kafa karıştırdı…
Baştan alalım. İlk önce Çağlayan Adliyesi’nde Masak bir ön inceleme başlatıyor ve hem tedbir hem de yurtdışı yasağı konulmasını talep ediyor. Çağlayan buna gerek görmüyor ve dosyayı Anadolu Adliyesi’ne sevk ediyor ve kısa süre sonra Anadolu Adliyesi’ne gelen bir şikâyet üzerine soruşturma başlıyor.
– O kısa süre dediğin ‘meşhur 10 gün’ değil mi?
Evet hazırlık yapılan süre. Sonradan incelenince ortaya çıkıyor ki her beş dakikada bir para çekiliyor. Milda Gayrimenkul’ün hesaplarından. Böyle böyle 500 milyon TL transfer edilmiş. Mernis adreslerinin değiştirilmesi üzerine de kaçma riskleri olduğu için tedbir ve yurt dışı yasağı geliyor. Bu da her gün izlediğimiz hikâyenin başı zaten.
– Peki avukatın açıklamasına geri dönelim. Kara para ile alakalı soru sorulmadı demesi böyle bir şaibe olmadığı anlamına mı geliyor?
İnsanların anlamadığı şey şu. Masak raporu öyle kolay çıkan bir şey değil yani şu an soruşturma devam ettiği için yani Masak raporu tamamlanmadığı için savcılık ancak gelinen noktalara dair sorular sorabiliyor. Masak raporu dediğimiz şey çok kapsamlı bir şey. Öyle on günde bir ayda çıkmaz. Kaldı ki burada dört ayrı rapor çıkacak çünkü dört ayrı şirket için soruşturma açıldı. Para girdi çıktılarına bakılıyor üzerine bir de kendi aralarında ilişkisi olup olmadığına bakılacak. Yani ‘kara para olayı yok’ demek anlamsız. Her avukat bilir ki iddianame çıkana kadar sorgulama devam eder. Yani Polat’ların sorgulanması devam edecek. Masak raporu çıktıktan sonra sorgulanıyor olsalardı şu an bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık.
– Senin bildiğin son durum ne peki?
Emniyet diyor ki kaynağı belirsiz para girişi var, sahte fatura var. Suç örgütü kurmak var, yasadışı bahis ile alakası olabilir. Bana gelen ihbar mektupları da oldu. Ben onları emniyete teslim ettim, yazışmalarımın hepsini verdim. Engin Polat’ın Gürcistan’da Kıbrıs’ta kimlerle görüştüğünü açık açık anlatan bir ihbar bu, delilleri ile tabii. Şu an bu dosyada gizlilik söz konusu ama Pelin bak göreceksin bu iş çok büyüyecek. Gürcistan’da kaçak olan bir hanımefendi var mesela onunla ilgili gelişmeler olacak. Sonra bir avukatın ifadesi var. Timur Soykan’a ulaştı. O da savcılıkta. Ofisine getirilen 850 bin dolardan bahsediyor. O sürede yok edilmesi için götürüldüğünü iddia ettiği. Kısacası Pelin araştırma çok yönlü sürüyor. Şu an bunların hepsi ve belki bilmediğimiz birçok şey savcıda. Yani kimse aklanmış falan değil . Ve bana sorarsan da sosyal medyada şaşaalı hayatlarını, paralarını, arabalarını paylaşan diğer tüm güzellik merkezlerinin ve sahiplerinin de detaylı şekilde incelenmesi gerek.
– Tam bağımsız medyadan bahsediyorsun sanırım. O günler gelir mi?
Gelecek ben inanıyorum. Zaten beni ayakta tutan da bu inanç. Ben Kemalist Türk Milliyetçisiyim Pelin. İnancımın bittiği yerde inadım başlar. Yürüdüğüm yolda belki dizlerimin üzerine düşerim ama yine kalkarım. Bizim atalarımız bu ülkeyi kurarken bedel ödediler. Uğur Mumcu gerçekler için canından oldu, daha niceleri var. O yüzden bizim inancımızı yitirmek gibi bir lüksümüz olamaz.
“Alınmayan tekneler, kiralanan uçaklar, sahte altınlar…” – Kimler mesela? Dışarıdan bakarsan hepsi hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyor. Kirpik kampanyası, ürün tanıtmaya yani..
.
E normal bu. Hayatları ve düzenleri bozulmadan devam etsin istiyorlar. Ama bu sorulardan kaçmamaları gerek. Bu durumda olmalarının sebebi de kendileri. Biz bugün bunları soruyorsak sebebi onların görgüsüzce paylaşımları. Ve sonradan bu paylaşımlarda gösterilen hayatın yalan olduğunun ortaya çıkması. En azından öyle diyorlar. Ortada alınmayan tekneler, kiralanan uçaklar, sonrada sahte olduğu iddia edilen altınlar var..
– Neslim Gürgen’in ‘eşimin hediyesi’ dediği ama sonra kiralık olduğu ortaya çıkan yat hikayesinden bahsediyorsun.
Evet mesela o. ‘Kocam bana yat hediye etti’ diye açıklama yapıyorsun sonra da diyorsun ki yatı kiraladık. ‘Neden?’ diyorum. “Sektörde herkes bunu yapıyor, haber olmak için gündemde olmak için böyle şeyler yapmamız gerekiyor” diyor. Kendimizi zengin ve farklı göstermeliyiz ki takipçimiz artsın, reklamımız olsun mantığı. “Cadillac arabaya biniyorsunuz” diyorum. “Onu da kiraladık” diyor. “Fabrikanız varmış” diyorum. “Vardı ama uğraşamadık, zarar ettik kapattık” diyor. Yani gösterilen ile yaşananlar çok farkı. Eee siz olmayan hayatlarınızı varmış gibi gösterir ve bu görgüsüzlüğünüzü gözümüze sokarsanız biz de sorarız. “Nereden buldun kardeşim bu paraları? Bu kadar sürede nasıl bu kadar zengin oldun?” deriz.
– Sevim Alan ile de görüştün sanırım. Telefonda konuşma sanıldı meğerse WhatsApp yazışmasıymış…
Evet görüştüm. Orada da bir anneden miras kalan Lamborghini var. Sevim hanıma arabasını soruyorum. ‘Annemden kaldı’ diyor. Eee ortak tanıdıklarımız var. Ben kendisinin nasıl bir geçmişi olduğunu biliyorum. Pikoculuk yani terzilik gibi bir iş yapmış çok da zorluk çekmiş. Bu arada bunu asla ayıpladığımdan değil, emekçi her insana saygım var. Ama madem aileden zenginsiniz nasıl o sıkıntıları çektiniz? Mesela bir açılışına Bülent Ersoy’u götürmüş. Soruyorum ’40 bin TL aldı’ diyor. Videolarda kocaman altın bir kemer takılıyor Bülent hanıma. O da mı sahte? Bunlar hep kopukluklar. Şaibeler. Bu soruları sormak BENİM GÖREVİM DEĞİL. Ama yakında eminim ki emniyet görevlileri ve savcılar da soracak merak etmeyin! Sevim hanımın paylaştığı evrakları da sen sormadan söyleyeyim. Bir vergi ön inceleme raporu koydu. O standart bir uygulamadır. Sen başvurursun gelir iş yerine bakarlar, burada böyle bir iş yeri var mı ve söylenen iş yapılıyor mu? diye. Bu, ‘denetlendim, aklandım’ anlamına gelmez. Esas denetleme fatura ve banka hesap hareketlerinin, para giriş çıkışlarının çok detaylı bir şekilde incelenmesiyle olur. O da anlattığım gibi uzun süren bir süreç sonunda olur ki henüz hakkına soruşturma başladı mı onu da bilmiyoruz. Ama bir kez daha söyleyeyim. Ben bu fenomenlerin yerinde olsam ve kendimden emin olsam. Hakkımda soruşturma var mı takip eder ve tüm gelişmeleri nasıl hayatımı paylaşıyorsam adım adım paylaşırdım. Ancak öyle inandırıcı olabilirler.
‘Polatlara gösterilen ilgi keşke tüm yolsuzluk iddialarına da gösterilse’
– Sen senelerdir yolsuzluk iddiaları ile alakalı kitaplar yazıyorsun. Ancak sanırım en çok konuşulan dosya bu oldu. Sebebi biraz da magazinleşmiş olması mı?
Bu dosyanın bu kadar ilgi çekmesinin sebebi ortak bir kamuoyu oluşması. Yani burada bir siyasi parti yok, bir taraf yok. O gördüğümüz nereden geldiği anlaşılamayan zenginlik hepimizi rahatsız etti ve olay büyüdü. En önemlisi de ana akım medyada da yer buldu. Yani tüm kanallarda haber oldu. Keşke bütün yolsuzluk dosyalarını her haber kanalında şimdiki gibi izleyebilseydik. Keşke bir çete liderinin o kadar yüklü bir teminat kredisini nasıl çektiğini ya da ülkeyi karanlığa sürüklemek için uğraşan tarikatlarda yaşanan tacizleri, istismarları da o kanallarda görebilseydik. Ya da keşke eline geçirdiği gücü hırsızlık için kullananların da ülkenin tüm medya mecralarında işlenebildiğine şahit olabilseydik.
“O zaman CHP’liler linç etti ama ben uyarmıştım!” – Geçtiğimiz seçim sürecini de sormak istiyorum sana. CHP’nin kaybetmesini bekliyor muydun?
O dönemde söylediklerimiz yüzünden CHP’liler tarafından linç edildik. Ben o zaman uyarmıştım. Hem bir gazeteci hem de vatandaş olarak ‘Kaybetme lüksümüz yok!’ demiştim.
Hatta ‘Eğer kaybederseniz insan içine çıkamayacaksınız’ da dedim. Kaydı vardır bulabilirler. Ortada anketler var. Seçilecek isimler belli, bu ısrarı anlamıyorum diye yorum yaptım. Bu fikirlerimi Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve yardımcılarına da ilettim. ‘Değerlendiriyoruz, masaya yatırılacak’ dediler. ‘Daha masada bir aday konusu konuşulmadı’ dediler. Biz o dönemde konuk olan tüm siyasetçilere aynı şeyleri sorduk zaten. Hep aynı cevabı aldık. Sonuçla ilgili yorumum da kazanılacak bir seçimi CHP ve ortakları AK Parti’ye hediye ettiler. Bu kadar basit çünkü kazanılmaması için hiçbir bahane yoktu ama kazanılamadı.
– Sandık güvenliğinin bunda etkisi var mı sence?
Etkisi vardır illa ama bence olay sadece bununla açıklayamayız. Sayın Gökhan Günaydın bize ’32 bin sandıkta yoktuk’ dedi. İtiraf etti sonra da parti bunu yalanladı. Ben bu rakamı YÜKSEK SEÇİM KURULU’na sordum ama hala onlardan cevap bekliyorum. Peşini tabii ki bırakmayacağım.
“AFAD’tan deprem için toplanan bağışçıların listesini istedim hala cevap bekliyorum.’
– Bir kuruma sorup da cevap beklediğin bir başka bir soru var mı onu da ekleyeyim.
Var tabii. AFAD’a yapılan yardımları sordum. Televizyona bağlanan ve bağışlarda bulunan insanları hatırlıyoruz hepimiz. O insanlardan hangileri o paraları gerçekten verdi. Hangileri ödemedi? Bunu öğrenmek istiyorum. AFAD’tan listeyi istedim. Hala cevap bekliyorum.
– Son olarak yerel seçimlere dair fikrini de sorayım…
Şu an değişimi gözlemliyoruz ama konuşmak için erken. Bir de ben şahsen siyaset kurumuna olan inancımı yitirdim Pelin. Bireysel olarak çalışan ülkedeki insanların haklarını savunan milletvekillerine sözüm yok ama kuruma inancımı yitirdim. Onun yerine halka ve onun iradesine inanıyorum. Bu milletin kırmızı çizgileri vardır. Anadol’nun her yerinde çok zor şartlarda yaşayan insanlar var. Çocuğu aç uyuyan, bir sonraki günü nasıl geçireceğini bilmeyen. Bak geçenlerde 80 yaşında bir çift ile ilgili haber yaptık. Ayaklarında ayakkabıları yoktu Pelin. Mağara gibi bir yerde yaşıyorlar ve hiçbir gelirleri yok. Seçim dönemi tüm partiler gelmiş, sözler vermiş. Sonrasında arayan soran olmamış. Manisa Haber’de gördüm ben. Bizim yayından sonra hemen telefon geldi. Tunç İnşaat’ın yönetim kurulu başkanı yazdı. Aile ile bağlantı kuruldu ve ömürlerinin sonuna kadar hayatları garanti altına alındı.
– Ama onlar gibi onlarca aile vardır, yüzlerce belki. Herkes haber olamaz ki…
İşte bizim mücadelemiz de burada başlıyor Pelin. Benim senelerdir yolsuzluk üzerine kitaplar yazmamın sebebi de bu. Bak beni çok etkileyen bir hikâye vardır. Çok da anlattım. Konya’ya havuç toplamaya işçi olarak giden ve o gece soğuktan bebeği donarak açlıktan ölen genç bir emekçi kızın öyküsü bu… Havuç toplamaya gidiyor, günlük alacağı para ne kadar olabilir ki? Ancak bebeğinin mama parası. Hava soğuyor havuçları toplayamıyorlar ve penceresiz bir yerde uyumak zorunda kalıyor. Sabaha bebeğinin ölüsünü buluyor. Bu topraklarda hala bir çocuk AÇLIKTAN ölüyorsa bu Türkiye’nin ayıbıdır, bu o kadını o paraya muhtaç bırakan sistemin ayıbıdır. Ve bir bebek açlıktan ölürken sen sosyal medyada çocuğuna aldığın 80 bin TL’lik oyuncağı paylaşırsan da bu infial yaratır. Sorular sormaya başlarız ve haklıyız da. Ha bu arada zengin düşmanı falan da değilim. Alın teri ile kazanılmışsa tebrik de ederim, hatta başarı öyküsü olarak anlamaya anlatmaya da çalışırım. Ama işin içinde naylon fatura varsa, vergi kaçırma varsa bunu normal bir şey gibi gösteremezsin. O vergi dediğin senin benim o kadıncağızın parası. Buna izin vermeyiz Pelin, vermemeliyiz.
Instagram
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio