Kuzeye Doğru

İnsan sevgilisini, eşini, ömrünü verdiği işi, doğduğu şehri şartlar öyle gerektirdiği için bazen terk eder. İlişkide bir yol ayrımına …

Kuzeye Doğru

İnsan sevgilisini, eşini, ömrünü verdiği işi, doğduğu şehri şartlar öyle gerektirdiği için bazen terk eder. İlişkide bir yol ayrımına gelmişsindir, sevdiğin insan artık o olmadığı için vedalaşır, ömrünü verdiğin işi bırakıp ‘biraz da kendim’ der bir sahil kasabasına yerleşirsin. Doğduğun şehir doyduğun şehir olmadığı için ardında kalır. Peki ya iklim değişikliği sebebi ile aşırı sıcaklardan dolayı kapalıyız dense, sıcağın altında uzayan gölgeler birer birer kaybolsa o vakit ne yapılır? Financial Times yazarı Simon Kuper çareyi Paris’e dönmekte bulmuş, giderken İspanya’nın sıcaklarla mücadelesini konu alan uzunca bir veda yazısı yazmış.

Her yıl artan sıcaklıklar, orman yangınları ile su bakımından fakir bir ülke olan İspanya’nın topraklarının beşte birinde çölleşmenin etkisi şimdiden görülüyor.

Meşhur İspanyol şair Antonio Machado yıllar önce “Dünyaya gelen küçük İspanyol/ Tanrı seni korusun/ İki İspanya’dan biri/ yüreğini donduracak…” derken acaba bu günleri hayal edebilir miydi?  

Simon Kuper, 18-21 Ağustos tarihli Oksijen gazetesinde de yayımlanan yazısında “iki İspanya var” diyor, “biri meskun, diğeri ise neredeyse boş. Treniniz Madrid’den veya kıyı şehirlerinden ayrıldıktan hemen sonra nerdeyse terk edilmiş iç kesimlere geliyorsunuz… Bazı köylerde birkaç düzine emekli yaşıyor ayrıca doktor bile yok.” Bağını, bahçesini, çiftliğini, atını, köpeğini bırakıp kalan ömrünü Madrid’te bir huzurevinde geçirmeye giden yaş almış insan kalabalıkları gözümün önüne geliyor. O harika zamanlarda pasadoblelerin çınladığı boğa güreşi arenaları, “abierto” tabelası asılı tapa barları, kırmızı sardunyalı beyaz, bakımlı balkonları kimsesiz kalmış, iklim değişikliğinin ilk darbe vurduğu ülkelerden biri olacak besbelli İspanya. Bundan başka yıllardır süren genç işsizliği sonucu düşen nüfus ile büyük şehirlere göç de köylerin boşalmasını tetiklemiş. Elli yıl sonra İber Yarımadası’nda yaşam devam edecek mi diye düşünüyorum doğrusu?

Dokuz, on sene önce bir projede beraber çalıştığım İspanyol arkadaşım ülkeye dönüşünde kızının kreşinde çekilmiş bir fotoğraf göndermişti. Fotoğrafta kızı Eva’dan başka dört çocuk daha vardı. “Sınıfın geri kalanı nerede Lidia?” diye sorduğumda “Bütün sınıf bu kadar, İspanya’da kreşler kapanıyor artık.” diye cevaplamıştı. Uzun vakit önce Türkiye’de alıştığımız on beş, yirmi kişilik kreş sınıfları orada çoktan beşe, dörde düşmüştü. Bunun izdüşümü olarak artık köylerin ayrıca giderek koca bir bölgenin boşaldığını görüyoruz. Simon Kuper’e göre İspanya’yı bekleyen asıl kriz, iklim değişikliği.

“Binlerce yıllık İber tarımı ölüm tehlikesiyle karşı karşıya, ve sıcaklar sebebiyle yazın cazibesi bir nevi tehdide dönüştüğü için turizmin, aşırı yapılaşmanın bulunduğu güney kıyılarından diğer bölgelere kayacağını düşündüğünü,” ekliyor. Yazıda, “Hükumetin iç kesimlerdeki nüfus düşüşünün durmayacağını sessiz sedasız kabullenmesinin, ölen köylerin arazilerini rüzgâr, güneş enerjisi gibi yenilebilir enerji şirketlerine kiralanması istediğinin, ancak yerel halkın büyük bölümü kendilerinin de rol alabileceği sektörleri tercih ettiğinin,” altı çiziliyor. Boşalan topraklarını adeta devasa çalışma ofislerine dönüştürmeyi kabul eden İspanyol hükümeti sıcaklardan kaçarak gittikçe kuzeye sığınan ayrıca doğduğu topraklarda doyup ölmek isteyen halk için henüz bir çözüm bulabilmiş değil besbelli. Don Kişot’un yel değirmenlerinin öksüz kalmasına razı gelmiş.

Yine aynı projede çalıştığım müdürüm Roberto, “Türkiye bizim düştüğümüz hatalara düşüyor ekonomiyi inşaat sektörüyle döndürmeye çalışıyor, yolcusu olmayan havaalanları yapıp, turizm için doğasını feda ediyor, hiç oturulmayacak evlerle uydu kentler yaratıyor” demişti. O vakit “Yok canım o kadar da değil,” demiştim içimden ama biz de hızla İspanya olma yolunda ilerliyoruz. Toprakları serinletenin beton, asfalt değil ağaç, yeşillik, orman olduğunu anlayamadık. Nasıl ki evlerimizi hiç durmadan aldığımız eşyalarımıza göre tasarlıyorsak şehirlerimiz de durmaksızın artan ev bloklarına göre tasarlanıyor. Daha hızlı giden arabalar için köstebek yolları yapılıyor. İnsan ayrıca doğa değil, inşaat sektörü önceleniyor. Betona boğulan doğa ısındıkça iklim değişiyor. Bu kısır döngü böyle devam edip gidiyor.

Sibirya’da artık buğday yetiştirilmesi, İtalya’nın üzüm bağlarının her geçen gün daha kuzeye taşınması, Elbe Nehri’nde kıtlık/açlık taşlarının ortaya çıkması bizlere çok şey söylüyor. Biraz daha kuzeye, biraz daha yukarı derken bir bakmışız ki gidecek yerimiz kalmamış.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.