Girişimde Sürdürülebilirlik ve Kar Odaklı Dönem Bitti
Girişimdeki sürdürülebilirlik ve kar odaklı dönem bitiyor: yenilikçi çözümler, şeffaflık ve uzun vadeli değer için içgörüler ve stratejiler.
Bir zamanlar başarı denildiğinde akla gelenler, bir şirketin yatırım miktarı, faaliyette bulunduğu ülkeler ve hızlı büyüme gibi niceliklerdi. Girişimcilik, sayıların diliyle ölçülüyordu; büyüme grafiklerine, kâr marjlarına ve değerlemelere odaklanılıyordu. Ancak bugün bu görkemli tablo, gerçeğin daha karanlık bir yüzünü gösteriyor: Hızla yükselen şirketlerin ardında tükenen topraklar, artan eşitsizlikler ve kırılgan ekosistemler var.
Artık biliniyor ki yalnızca kâr peşinde koşan bir iş anlayışı, dünyanın yaşanmaz hale gelmesine yol açıyor. Kârlı görünen ama vicdansız, yenilikçi olanı duyarsız ve başarılı olanı sürdürülemez modellerin sonuna gelindi. Bugünün girişimcileri, bir şeyi çok iyi biliyor: Gezegen yanarken başarı hikâyesi yazılamaz. Kâr odaklı girişimcilik dönemi bitti. Artık kazanç değil, etki yaratma peşinde olan bir yeni çağ var. Girişimcilik, sadece ekonomik bir faaliyet olmaktan çıkıp toplumsal, ekolojik ve etik bir sorumluluğa dönüştü; “Ben nasıl zengin olurum?” sorusunun yerini “Bu dünyayı nasıl daha iyi bir yer hâline getirebilirim?” sorusu aldı.
Bu dönüşüm bir romantizm değildir; kaçınılmaz bir zorunluluktur. İklim krizi, kaynak tükenmesi ve toplumsal adaletsizlikler iş dünyasının kurallarını yeniden yazıyor. Şu an büyümenin anlamı, daha çok üretmekten çok, doğayla ve toplumla uyum içinde var olabilmek olarak belirginleşiyor. Geleceğin girişimcisi yalnızca bir fikirle hareket etmekle kalmayıp, fikirle dünyayı değiştirme niyetiyle yola çıkacak. Onun başarısı finansal tablolarla değil, yarattığı sosyal etkiyle, koruduğu ekosistemle ve dokunduğu hayatlarla ölçülecek.
Yeni ekonomi artık paranın değil, vicdanın dilini konuşuyor. Sürdürülebilir düşünmek yalnızca bir çevre tercihi değil, varoluşun temel şartı olarak karşımıza çıkıyor. Bugünün girişimcileri, geleceğin dünyasında yer almak istiyorlarsa bu dönüşümü benimsemek zorunda. Kâr etmeye devam edecekler elbette, ancak elde ettikleri kâr, doğayı sömürmeksizin, insanı yormadan ve toplumu bölmeden elde edildiğinde anlam kazanacak. Belki de girişimciliğin en büyük devrimi, teknolojiden çok değerlerle başlayacak. Değerlere dayalı bir başarı, iz bırakan girişimlerle mümkün olacak.
Kâr mı, Etki mi? Bir zamanlar girişimcilerin akla gelen tek amacı kar elde etmekti: hızla büyümek, yatırım almak, pazarı ele geçirmek ve risk alıp büyük kazançlar elde etmek. 2000’lerin başındaki Silikon Vadisi rüyası, girişimciliği değerleme ve exit stratejisi üzerinden tanımlıyordu; her startup, bir unicorn olmayı hedefliyordu. “Daha çok büyü, daha hızlı ölçeklen, daha çok sat” şeklindeki motto, bir dönemin kutsal üçlemesiydi. Ancak bugün o dönem artık geride kaldı.
Şu anda dünya, büyümenin yan etkileriyle yüzleşirken iklim krizi, kaynak kıtlığı ve gelir adaletsizliği gibi sorunları yakından hissediyor. Ekonomik büyüme eğrileri yükselse de gezegenin dayanıklılığı azalıyor. Girişimcilik bu tablo içinde yeni bir anlam kazanıyor: para kazanmanın ötesinde, gezegenin, toplumun ve insanın geleceğine katkı sağlamak; bu üç unsur ortak bir ivme kazanacak ana sorun haline geliyor. Girişimcilik, artık vicdani bir alan olarak değerlendiriliyor; iyi bir ürün tek başına rekabet avantajı sağlamayabilir; önemli olan, iyi bir etki yaratabilmek ve sürdürülebilir stratejiler geliştirebilmek.
20. Yüzyılın Girişimci Modeli Neden Tükendi? Yirminci yüzyılın iş dünyası tek bir başarı kriterine endeksliydi: maksimum kâr. Fordist üretim ve küreselleşme zirveye ulaştığında, büyümenin sınırsız olduğu varsayımı hâkimdi. Ancak sonsuz büyüme miti, sınırlı kaynaklar gerçeğiyle çatıştığında çökmeye başladı. Kâr elde etmek ne kadar önemliyse, kârın çevre ve toplum maliyetlerini görmezden gelmesi uzun vadeli bir kayıp getiriyor. Modern tüketici, bir markanın ürününü satın alırken yalnızca ürünün değerine değil, markanın değerlerine de bakıyor. Bu yüzden kâr odaklı model, kendi içinden çöküyor; kısa vadeli kazançlar uzun vadeli kayıpları doğuruyor. Artık sürdürülebilirlik bir seçenek değil, varoluş şartı olarak kabul ediliyor.
Sürdürülebilirlik, yeşil logolarla sınırlı bir PR stratejisi değildir. İklim krizinin, kuraklığın, gıda güvensizliğinin ve toplumsal eşitsizliklerin ortasında yeşil olmak bir tercih değil, bir zorunluluktur. Yeni çağın girişimcileri, kaynakların tükenmekte olduğunu ve sosyal adaletin ekonomik istikrarla yakından bağlantılı olduğunu sezgisel olarak hissediyorlar. Finansal modelin ötesinde ekolojik ve toplumsal bir model kurmayı hedefliyorlar; böylelikle üç boyutlu bir sürdürülebilirlik yaklaşımı benimseniyor: Ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik.
Bu üç boyut, iş dünyasında Triple Bottom Line olarak bilinir: People, Planet, Profit. Artık başarı, yalnızca parayı kazanmakla sınırlı kalmıyor; insana ve doğaya zarar vermeden bu başarıya ulaşmak da hedef haline geliyor. Döngüsel ekonomi ve paylaşım kültürü, doğanın uzun ömürlü döngülerini hatırlatıyor. Doğa, atık üretmeden kendi döngüsünü sürdürürken, modern ekonomi bu doğrultuda yeniden yapılandırılmalı. Şimdi yeni nesil girişimcilik doğadan öğrenmeyi ve nasıl bir sistemde var olduğu sorusunu merkezine alıyor. Daha Fazla Örnek olarak bugün dünyanın en yenilikçi markaları kar elde etmekten çok etki yaratmaya odaklanıyor:
- Patagonia, tüketim kültürünü sorgulatan “Don’t Buy This Jacket” kampanyasıyla öne çıktı.
- Too Good To Go, gıda israfını azaltarak milyonlarca öğünü çöpe gitmekten kurtardı.
- Bee&You, doğa dostu arı ürünleriyle üreticiyi ve doğayı bir araya getiren bir ekosistem kurdu.
- Fairphone, tamir edilebilirliğiyle teknoloji sektörüne etik bir yön kazandırdı.
Bu örnekler, sürdürülebilirliğin artık yalnızca iyi niyetli bir ideal olmadığını; rekabet avantajı sağlayan bir iş stratejisi halini aldığını gösteriyor. Böylece sürdürülebilir düşünce, gezegen için olduğu kadar işin kendisi için de akıllı bir karar oluyor. Şu sözler de bu vizyonu pekiştiriyor: Yeni nesil girişimcilik, değerlerle hareket ediyor.
Instagrambiya LinkedIn formatında paylaşımların üstünde yer alan bu düşünceler, yazarların özgün kaleminden çıkmış olup Onedio’nun editöryal politikasını zorunlu kılmaz. Bu makalede savunulan görüşler, yazarların kendi düşünceleridir.