Ait olmadığın bir coğrafyada, bir şehirde, bir ülkede, bir umut peşinde, öteki olmak. Çok zor… Oysa birinin-birilerinin kendisi için bir şeyler yapmasını, dünyada bir yer edinme çabasını anlamak bu kadar zor olmamalı. Dünyanın orta yerinde kimsesiz olmak ne demektir, hiç düşündünüz mü? Kim bilir ne kadar korkunç ayrıca ne kadar acı bir şey. Dışarıdan çoğalarak gelen gölgelerin seslerine karşı, her şeyi ama her şeyi, bağıra çağıra, kıra döke yaparsınız. Çünkü bilmediğiniz bir yerde, karşınıza çıkan bilmediğiniz insanlar sesinizi boğarken, hayata tutunabilmek için başka çareniz yoktur.
Şimdi, çok eminim, yazının bu kısmına kadar okuyan bazı kişiler, küfür- kıyamet bana sallıyorlar; ‘Çok sevdiysen al da evinde bak’… İşte bu cümlenin ağırlığını ya da seviyesizliğini, sadece büyük vasatlık ya da vandallık gibi kavramlarla geçiştirmek mümkün değil. Çünkü, insani ahlak- etik kuralları bir yana, üzgünüm sevgili halkım ama iki yüzlüsünüz. Ne mi diyorum, gelin Suriyeliler üzerinden örnekleyeyim.
Suriyelilere üç kuruş etmeyecek evini binlerce liraya kim kiraya veriyor? 16-17 yaşındaki Suriyeli genç kızları, ikinci – üçüncü eş olarak alan 70 yaşındaki adamlar kim, bu ülkenin vatandaşları değil mi? Kim yanında, örneğin, seni- beni asgari ücretle çalıştırmak yerine, gayriinsani koşullarda, boğaz tokluğuna, Suriyeli gençleri çalıştırıyor. Bu soru iş veren bozuntusuna sorulduğunda, kendini kim emek sömürüsünün haklılığı üzerinden savunuyor. Dahası, eğitim tüm çocukların hakkı diye bas bas bağırılırken, kim, Suriyeli çocuk işçiler üzerinden para kazanıyor, bir de ‘onlara biz yardımcı oluyoruz- iş vermesek açlıktan ölürler’ diyor? Bunlar yurtdışından ithal gelen insanlar mı? Mesela Fransızlar mı?
Sevgili okur, birileri belki de siz, o insanları kızgın kızgın dağlarken, her şeyin dibi tutuyor, görmüyor musunuz? Dahası “Gönderelim-kurtulalım” yaklaşımı neye çözüm olabilir ya da bugüne dek neye çözüm olabildi? Mesela Kürt sorununa mı? Öte yandan elbette mülteci sorunu, ülkemiz için çok ciddi bir sorun ayrıca en az sizin kadar bu konuda rahatsızım. Ancak her sorun gibi, mülteci sorununu da çözebilmek- doğru değerlendirebilmek için, sorunun tamamını, nedenleri ayrıca sonuçları ile soğukkanlı analiz etmek gerekiyor, ki çözüm adına doğru politikalar üretilebilsin. Çünkü doğru politikalar, politika yapıcılara gücü yetmeyenlerin, mülteciler üzerinden sözde milliyetçilik şovlarıyla güç devşirme çabalarının da önüne geçer. Yoksa, Sakarya’da tecavüz edilerek öldürülen Suriyeli 9 aylık hamile kadının başına gelenler dündü.
Yani gücünüz sadece mültecilere mi yetiyor sevgili halkım? Tepki vermeniz gereken merci onlar mı yoksa politika koyucular mı? Göç politikalarında istediğiniz düzenlemeleri mülteciler mi yapacak, oy verdiğiniz siyasiler mi? Üstelik Suriyeliler dendiği vakit akla sadece tek millet de gelmiyor, aralarında Araplar kadar, Türkmenler ayrıca Kürtler de var. Türkmenleri- Kürtleri yani soydaşlarımızı, doğru politikalar üretmeden kışkışlayarak kurda kuşa yem mi edelim? Sonra bu hata bize, yol- su- elektrik olarak dönmez mi?
İsterseniz, anafikri başa alıp aynı yoldan tekrar şöyle yürüyelim: Evet şurası net: Dünyada artan çatışma ayrıca şiddet olayları, neoliberal politikaların olumsuz sonuçları, göç eden- sığınma arayan insan sayısını da arttırdı, arttırmaya da devam ediyor.
Mesela, 1 Ağustos 2022 pazartesi günü, İngiltere Savunma Bakanlığı, bu yılın en yoğun düzensiz göçmen trafiğinin yaşandığını bildirdi. Toplamda, 14 küçük tekneyle toplam, 696 kişi koca Manş Denizi’ni kelle koltukta geçerek İngiltere’ye giriş yapmıştı. Yani, dünyada umuda yolculuk her şeye rağmen devam ediyor. Yollarda öle öle, azala azala geliyorlar, çünkü geride bıraktıkları, kaybetmekten korktukları şey yok. Yine hatırlayın, Johnson hükümeti yılın başlarında bu büyük göç dalgalarına karşı, caydırıcı olsun diye, ülkedeki sığınmacıların Ruanda’ya sınır dışı edilmesini istemişti (ancak yasal engeller sebebiyle bu durum gerçekleşemedi, o ayrı). Ancak bu karar bile göçmen akınını bırakın durdurmayı, hız kesmesine yetmedi.
Dönelim tekrar bize. Uluslararası göç hareketliliği açısından, önemli bir geçiş güzergâhı-transit ülke olan, yani kilit coğrafi konuma sahip olan Türkiye’de, bu göç hareketinden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. Dolayısı ile Türkiye’ye sığınan Suriye vatandaşları ayrıca diğer mültecilerin gittikçe artan sayısı, barınma, beslenme, sağlık ayrıca eğitim ihtiyaçları açısından ekonomiye verdiği ağırlık ayrıca bu ağırlığın toplumda yarattığı huzursuzluk ortada. Dahası, farklı kültür ayrıca yaşam tarzlarının yarattığı sorunlar, ülkeye kabul edilen mültecilerin uyum süreçlerinde yaşanan sıkıntılar, toplumun verdiği sert tepki nedeni ile gettolaşmaya itilen mülteci toplulukların yarattığı sert rüzgarlar, gerçekten toplum kodlarını derin depremlerle sarsıyor.
Hatırlayın mesela, YouTube’a yüklenen “Sessiz İstila” filmi uzun süre tartışılmıştı. Filmde, 2043 tarihinde Suriyelilerin Türkiye’de yönetimde ayrıca sosyal hayatta hakim bir konuma geldiği, Türklerin ise iş bulamadığı ayrıca Türkçe konuşamadığı bir senaryo gösteriliyordu. Ama, örneğin toplum olarak mültecilere gösterdiğimiz aynı tepki, Almanya’da, Almanlar tarafınca Türklere gelse, ya da Batı Trakya Türkleri olumsuz bir durumla karşılaşsa, Almanlar – Yunanlar faşist oluyor. Öte yandan mültecilerin dışında, yabancılara verilen oturum izni de işin tuzu biberi. Yabancıya ortalama 500 bin dolarlık konut alma karşılığı verilen oturma izni sayesinde Türkiye’ye yerleşen insanlar, mülteci konumda olmasalar bile, ülkedeki yabancı nüfusunu oldukça arttırdığı ayrıca bu artışın örneğin emlak piyasasını nasıl etkilediği sonuçları ile ortada. Artık orta direk bir ailenin, büyük şehirlerde ev alması neredeyse hayal. İyi de ev alıyorlar diye bu adamlara niye kızıyorsun, bu insanlara bu evleri Fransızlar mı satıyor? Rizeli, Ankaralı, Kayserili vs müteahhitler değil mi?
Yani, kapitalist bir düzenin parçası olarak sen satıyorsun, adamların parası var alıyor. Becerebiliyorsan, satma ya da sattırma. Bir de, bu ‘emlak al, oturma iznine kavuş’ mantığı dünyanın tüm gelişmiş ülkeleri için geçerli savı meselesi var. Bu durum, elbette ekonomisi gelişmiş, imparatorluk geleneği olan, örneğin İngiltere gibi ülkelerde anlaşılabilir. Ama bizde sonuçları görüldüğü üzere henüz pek katlanılır olmuyor. Sonuç olarak da mültecilere ayrıca yabancılara yönelik utanç veren görüntülere şahit oluyoruz.
Mesela geçenlerde, Twitter’da bir videoda gördüm. Çarşaf giymiş Suriyeli kadına, bir kadın ‘’ kara Fatma’’ diye bağırıyordu. Allah senin cezanı versin, kara Fatma sensin! Bakın, çarşaf – örtü meselesi, bana göre, dünyanın en saçma şeyi, ama öyle inanan birini herkesin ortasında küçük düşürmeye kimsenin hakkı yok. Bu arada, milletçe yeni modamız her türlü şiddeti aval aval izlemek. Sonunda böyle şeyler vicdanımı ayrıca adalet duygumu kaşıyınca ‘’dayak cennetten çıkmadır’’ deyiveriyorum:) Ama bana rastlamıyorlar. Sanırım deli deliyi görünce gerçekten abasını saklıyor. Neyse…
Hadi toparlayarak devam edelim: Türkiye açısından, mülteci sorunun ulaştığı siyasal ayrıca ekonomik sonuçlar ayrıca bu sonuçların toplum üzerindeki etkileri son derece sert tartışmalara hatta şiddete varan tutumlara neden oluyor. Bu durum siyaseti de fazlası ile etkilemiş görünüyor. Öyle ki, siyasi rant uğruna siyasetçiler, toplum dinamiklerini, varacağı sonuçları düşünmeden (düşünmeden olduğuna inanmak istiyorum, çünkü, onlar böyle bağıra-çağıra mültecileri işaret ettiğinde, aklıma en hafifinden 6-7 Eylül olayları geliyor) tamamen mülteci karşıtlığı üzerine siyaset yapmaya başladılar.
Öte yandan bu konuda Batının tutumu da ayrı dert, onlar için tam bir tampon ülkeyiz. Türkiye’nin mültecilere, Batılı – Doğulu ayrımını yapmadan uzattığı elden de son derece memnun görünüyorlar, hatta utanmadan kendi ülkelerinde bulunanları da bizlere göndermeyi düşündüklerini ilan ediyorlar. Bu arada şunun da altını kalın çizelim, Batılı ülkelerde mültecilerin başına gelmedik kalmıyor. Mesela hatırlayın, geçtiğimiz Haziran ayında ABD sınırında korkunç bir insani trajedi yaşanmıştı, terk edilmiş tırın kasasında 53 göçmen ölü bulunmuştu. Dönelim bize, şurası ortada, dünyada çatışma alanlarının artması, Suriye’de iç savaşın uzaması vs. nedenler gelenlerin de Türkiye’de kalma eğilimlerini arttırıyor. Mesela, Suriye’deki iç savaş sona erse dahi, uzun süredir burada yaşayan – çocukları burada doğan mülteciler için geri dönüş pek de tercih edebilecekleri durum gibi durmuyor.
Peki ne yapacağız? Sayın Cumhurbaşkanının ayrıca Sayın bakanın da söylediği gibi elbette ‘’Türkiye Cumhuriyeti devleti mülteci kampı değildir”. Ama bu insanları “demografik bir dinamit” bir saatli bomba olarak ilan edip yaşadıkları trajedileri görmezden mi gelelim? Yoksa, onları korkutup kaçırmak için, bakınız: Altındağ olayları, toplum düşmanı mı ilan edelim? Bu kirli bakış, sorunları çözecek mi? Yoksa, meseleyi popülizm ya da hamaset ile çözemeyeceğimizi idrak edip, acil Anadolu tevekkülü kodlarını harekete geçirerek yani normalleşerek, barışçıl bir politika üzerinden geri dönüşün koşullarını mı konuşalım? Ne dersiniz acaba, düzensiz göç konusundaki beklentilerimizi ya da taleplerimizi, devlet aklını harekete geçirmek yönünde, daha akıllıca sunmak mümkün değil mi? Mesela kamuoyunun, bu konudaki hoşnutsuzluğunu dikkate alacak- politikalar üretecek akil bilim insanları bir araya mı gelse? Mesela bu akil insanlar, doğru çözüm için ülkede bir akıl seferberliği ilan etse daha iyi olmaz mı?
Ez cümle, alarm zilleri son ses çalıyor. Dolayısı ile, toplumda milliyetçilik kisvesi altında hızla körüklenen faşizmi, politika yapıcıların fark etmesi ayrıca bu konuya hızla eğilmesi gerekiyor. Yani acil olarak, hem mülteciler içinde hem de toplum içinde sükunetin ivedilikle sağlaması şart. Çünkü ne üretilen doğru yanlış haberler hız kesiyor, ne de havada uçuşan komplo teorileri. Mesela, kimilerine göre, örneğin Suriyeliler çok zengin ayrıca işlerimizi çalıyorlar, kimilerine göre çok sefil ayrıca insanları rahatsız ediyorlar. Bu toplum bu hızla, büyük patlar. O halde tekraren, acil çözüm ayrıca itidal. Dünya aslında insanın küçücük evi… Bırakın, insanlar mutfağında, sevinç pişirsin.
Twitter
Instagram